Sunday, January 25, 2009

26 Ash-Shu'araa

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla



(1) Ta, Sin, Mim.
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ 

طسٓمٓ ﴿١﴾
(2) Bunlar, apaçık olan Kitab'ın ayetleridir.
تِلْكَ ءَايَٰتُ ٱلْكِتَٰبِ ٱلْمُبِينِ ﴿٢﴾
(3) Onlar mü'min olmayacaklar diye neredeyse kendini kahredeceksin (öyle mi?)
لَعَلَّكَ بَٰخِعٌۭ نَّفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا۟ مُؤْمِنِينَ ﴿٣﴾
(4) Dilersek, onların üzerine gökten bir ayet (mucize) indiririz de, ona boyunları eğilmiş kalıverir.
إِن نَّشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِم مِّنَ ٱلسَّمَآءِ ءَايَةًۭ فَظَلَّتْ أَعْنَٰقُهُمْ لَهَا خَٰضِعِينَ﴿٤﴾
(5) Onlara Rahman (olan Allah) dan yeni bir uyarı gelmeyiversin, hiç tartışmasız ondan yüz çevirirler.
وَمَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍۢ مِّنَ ٱلرَّحْمَٰنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا۟ عَنْهُ مُعْرِضِينَ ﴿٥﴾
(6) Gerçekten yalanladılar; fakat, alay konusu yaptıkları şeyin haberi kendilerine pek yakında gelecektir.
فَقَدْ كَذَّبُوا۟ فَسَيَأْتِيهِمْ أَنۢبَٰٓؤُا۟ مَا كَانُوا۟ بِهِۦ يَسْتَهْزِءُونَ ﴿٦﴾
(7) Yeryüzünde bir bakmadılar mı ki, Biz onda her güzel (kerim) çiftten nice ürünler bitirdik.
أَوَلَمْ يَرَوْا۟ إِلَى ٱلْأَرْضِ كَمْ أَنۢبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍۢ كَرِيمٍ ﴿٧﴾
(8) Şüphesiz, bunda bir ayet vardır; ancak onların çoğu mü'min değildirler.
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةًۭ ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٨﴾
(9) Şüphesiz, senin Rabbin, gerçekten O, üstün ve güçlüdür, merhamet sahibidir.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿٩﴾
(10) Hani senin Rabbin, Musa'ya seslenmişti: "Zulmetmekte olan kavme git;"
وَإِذْ نَادَىٰ رَبُّكَ مُوسَىٰٓ أَنِ ٱئْتِ ٱلْقَوْمَ ٱلظَّٰلِمِينَ ﴿۰١﴾
(11) Firavun'un kavmine, hala sakınmıyorlar mı?"
قَوْمَ فِرْعَوْنَ ۚ أَلَا يَتَّقُونَ ﴿١١﴾
(12) Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben, onların beni yalanlamalarından korkuyorum."
قَالَ رَبِّ إِنِّىٓ أَخَافُ أَن يُكَذِّبُونِ ﴿٢١﴾
(13) "Göğsüm sıkışıyor, dilim dönmüyor; bundan dolayı Harun'a da (elçilik görevini bildirmesi için Cibril'i) gönder."
وَيَضِيقُ صَدْرِى وَلَا يَنطَلِقُ لِسَانِى فَأَرْسِلْ إِلَىٰ هَٰرُونَ ﴿٣١﴾
(14) "Üstelik, onların bana karşı (davasını savunacakları bir cinayet) suçu(m) var; bundan dolayı beni öldürmelerinden korkuyorum."
وَلَهُمْ عَلَىَّ ذَنۢبٌۭ فَأَخَافُ أَن يَقْتُلُونِ ﴿٤١﴾
(15) (Allah:) "Hayır," dedi. "İkiniz de ayetlerimle gidin, şüphesiz sizinle birlikteyiz (ve) işitmekteyiz."
قَالَ كَلَّا ۖ فَٱذْهَبَا بِـَٔايَٰتِنَآ ۖ إِنَّا مَعَكُم مُّسْتَمِعُونَ ﴿٥١﴾
(16) "Gecikmeksizin Firavun'a giderek deyin ki: Gerçekten biz, alemlerin Rabbinin elçisiyiz,"
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَآ إِنَّا رَسُولُ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٦١﴾
(17) "İsrailoğulları'nı bizimle birlikte göndermen için (sana geldik)."
أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ ﴿٧١﴾
(18) (Gittiler ve Firavun:) Dedi ki: "Biz seni içimizde daha çocukken yetiştirip büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirmedin mi?"
قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًۭا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ ﴿٨١﴾
(19) "Ve sen, yapacağın işi (cinayeti) de işledin; sen nankörlerdensin."
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ ٱلَّتِى فَعَلْتَ وَأَنتَ مِنَ ٱلْكَٰفِرِينَ ﴿٩١﴾
(20) (Musa) Dedi ki: "Ben onu yaptığım zaman şaşkınlardandım."
قَالَ فَعَلْتُهَآ إِذًۭا وَأَنَا۠ مِنَ ٱلضَّآلِّينَ ﴿۰٢﴾
(21) "Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım; sonra Rabbim bana hüküm (ve hikmet) verdi ve beni gönderilen (elçilerden) kıldı."
فَفَرَرْتُ مِنكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِى رَبِّى حُكْمًۭا وَجَعَلَنِى مِنَ ٱلْمُرْسَلِينَ﴿١٢﴾
(22) "Bana karşı lütuf-dediğin nimet de, İsrailoğulları'nı köle kılmandan dolayıdır."
وَتِلْكَ نِعْمَةٌۭ تَمُنُّهَا عَلَىَّ أَنْ عَبَّدتَّ بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ ﴿٢٢﴾
(23) Firavun dedi ki: "Alemlerin Rabbi nedir?"
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٣٢﴾
(24) Dedi ki: "Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan herşeyin Rabbidir. Eğer 'kesin bilgiyle inanıyorsanız' (böyledir)."
قَالَ رَبُّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَآ ۖ إِن كُنتُم مُّوقِنِينَ ﴿٤٢﴾
(25) Çevresindekilere dedi ki: "İşitiyor musunuz?"
قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُۥٓ أَلَا تَسْتَمِعُونَ ﴿٥٢﴾
(26) (Musa:) Dedi ki: "O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir."
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ ءَابَآئِكُمُ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿٦٢﴾
(27) (Firavun) Dedi ki: "Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz, gerçekten bir delidir."
قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ ٱلَّذِىٓ أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌۭ ﴿٧٢﴾
(28) "Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan herşeyin de Rabbidir" dedi (Musa).
قَالَ رَبُّ ٱلْمَشْرِقِ وَٱلْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَآ ۖ إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ ﴿٨٢﴾
(29) (Firavun) dedi ki: "Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım."
قَالَ لَئِنِ ٱتَّخَذْتَ إِلَٰهًا غَيْرِى لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ ٱلْمَسْجُونِينَ ﴿٩٢﴾
(30) (Musa) Dedi ki: "Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?"
قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَىْءٍۢ مُّبِينٍۢ ﴿۰٣﴾
(31) (Firavun) Dedi ki: "Eğer doğru sözlü isen, onu getir."
قَالَ فَأْتِ بِهِۦٓ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ ﴿١٣﴾
(32) Bunun üzerine asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, açıkça bir ejderha oluverdi.
فَأَلْقَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِىَ ثُعْبَانٌۭ مُّبِينٌۭ ﴿٢٣﴾
(33) Elini de çekip çıkardı, bir de (ne görsün) o, bakanlar için 'parlayıp aydınlanıvermiş'.
وَنَزَعَ يَدَهُۥ فَإِذَا هِىَ بَيْضَآءُ لِلنَّٰظِرِينَ ﴿٣٣﴾
(34) (Firavun,) Çevresindeki önde gelenlere: "Bu” dedi, "Doğrusu bilgin bir büyücüdür."
قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُۥٓ إِنَّ هَٰذَا لَسَٰحِرٌ عَلِيمٌۭ ﴿٤٣﴾
(35) "Büyüsüyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?"
يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِۦ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ ﴿٥٣﴾
(36) Dediler ki: "Bunu ve kardeşini oyala, şehirlere de toplayıcılar gönder,"
قَالُوٓا۟ أَرْجِهْ وَأَخَاهُ وَٱبْعَثْ فِى ٱلْمَدَآئِنِ حَٰشِرِينَ ﴿٦٣﴾
(37) "Bütün uzman-bilgin büyücüleri sana getirsinler."
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَلِيمٍۢ ﴿٧٣﴾
(38) Böylelikle büyücüler, bilinen bir günün belli vaktinde biraraya getirildi.
فَجُمِعَ ٱلسَّحَرَةُ لِمِيقَٰتِ يَوْمٍۢ مَّعْلُومٍۢ ﴿٨٣﴾
(39) Ve insanlara da: "Siz de toplanıyor musunuz? dendi."
وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنتُم مُّجْتَمِعُونَ ﴿٩٣﴾
(40) "Umarız ki, eğer galip gelirse biz de büyücülere uyarız."
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ ٱلسَّحَرَةَ إِن كَانُوا۟ هُمُ ٱلْغَٰلِبِينَ ﴿۰٤﴾
(41) Büyücüler geldiklerinde, Firavun'a: "Şayet biz galip gelirsek, bize bir ücret var gerçekten, değil mi?" dediler.
فَلَمَّا جَآءَ ٱلسَّحَرَةُ قَالُوا۟ لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ ٱلْغَٰلِبِينَ﴿١٤﴾
(42) "Evet" dedi. "Üstelik şüphesiz siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız."
قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ إِذًۭا لَّمِنَ ٱلْمُقَرَّبِينَ ﴿٢٤﴾
(43) Musa onlara dedi ki: "Atacağınızı atın."
قَالَ لَهُم مُّوسَىٰٓ أَلْقُوا۟ مَآ أَنتُم مُّلْقُونَ ﴿٣٤﴾
(44) Onlar da, iplerini ve asalarını atıverdiler ve: "Firavun'un üstünlüğü adına, hiç tartışmasız, üstün olanlar gerçekten bizleriz" dediler.
فَأَلْقَوْا۟ حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا۟ بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ ٱلْغَٰلِبُونَ ﴿٤٤﴾
(45) Böylelikle Musa da asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, uydurmakta olduklarını yutuveriyor.
فَأَلْقَىٰ مُوسَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِىَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ ﴿٥٤﴾
(46) Anında büyücüler secdeye kapandılar.
فَأُلْقِىَ ٱلسَّحَرَةُ سَٰجِدِينَ ﴿٦٤﴾
(47) (Ve:) "Alemlerin Rabbine iman ettik" dediler.
قَالُوٓا۟ ءَامَنَّا بِرَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٧٤﴾
(48) "Musa'nın ve Harun'un Rabbine."
رَبِّ مُوسَىٰ وَهَٰرُونَ ﴿٨٤﴾
(49) (Firavun) Dedi ki: "Ona, ben size izin vermeden önce mi inandınız? Şüphesiz, o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür; öyleyse yakında bileceksiniz. Şüphesiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizin hepinizi gerçekten asıp-sallandıracağım."
قَالَ ءَامَنتُمْ لَهُۥ قَبْلَ أَنْ ءَاذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّهُۥ لَكَبِيرُكُمُ ٱلَّذِى عَلَّمَكُمُ ٱلسِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ۚ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَٰفٍۢ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ﴿٩٤﴾
(50) "Hiç zararı yok" dediler. "Çünkü biz gerçekten Rabbimiz'e dönücüleriz."
قَالُوا۟ لَا ضَيْرَ ۖ إِنَّآ إِلَىٰ رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ ﴿۰٥﴾
(51) "Doğrusu biz, iman edenlerin ilki olduğumuzdan dolayı Rabbimiz'in bizim hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz."
إِنَّا نَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَٰيَٰنَآ أَن كُنَّآ أَوَّلَ ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿١٥﴾
(52) Musa'ya: "Kullarımı gece yürüyüşe geçir, çünkü izleneceksiniz" diye vahyettik.
۞ وَأَوْحَيْنَآ إِلَىٰ مُوسَىٰٓ أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِىٓ إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ ﴿٢٥﴾
(53) Bunun üzerine Firavun şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.
فَأَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِى ٱلْمَدَآئِنِ حَٰشِرِينَ ﴿٣٥﴾
(54) "Gerçek şu ki bunlar azınlık olan bir topluluktur;"
إِنَّ هَٰٓؤُلَآءِ لَشِرْذِمَةٌۭ قَلِيلُونَ ﴿٤٥﴾
(55) "Ve elbette bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler."
وَإِنَّهُمْ لَنَا لَغَآئِظُونَ ﴿٥٥﴾
(56) 'Biz ise uyanık bir toplumuz" (dedi).
وَإِنَّا لَجَمِيعٌ حَٰذِرُونَ ﴿٦٥﴾
(57) Böylelikle Biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık;
فَأَخْرَجْنَٰهُم مِّن جَنَّٰتٍۢ وَعُيُونٍۢ ﴿٧٥﴾
(58) Hazinelerden ve soylu makam(lar)dan da.
وَكُنُوزٍۢ وَمَقَامٍۢ كَرِيمٍۢ ﴿٨٥﴾
(59) İşte böyle; bunlara İsrailoğulları'nı mirasçı kıldık.
كَذَٰلِكَ وَأَوْرَثْنَٰهَا بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ ﴿٩٥﴾
(60) Böylece (Firavun ve ordusu) güneşin doğuş vakti onları izlemeye koyuldular.
فَأَتْبَعُوهُم مُّشْرِقِينَ ﴿۰٦﴾
(61) İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa'nın adamları: "Gerçekten yakalandık" dediler.
فَلَمَّا تَرَٰٓءَا ٱلْجَمْعَانِ قَالَ أَصْحَٰبُ مُوسَىٰٓ إِنَّا لَمُدْرَكُونَ ﴿١٦﴾
(62) (Musa:) "Hayır" dedi. "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir."
قَالَ كَلَّآ ۖ إِنَّ مَعِىَ رَبِّى سَيَهْدِينِ ﴿٢٦﴾
(63) Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.
فَأَوْحَيْنَآ إِلَىٰ مُوسَىٰٓ أَنِ ٱضْرِب بِّعَصَاكَ ٱلْبَحْرَ ۖ فَٱنفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍۢ كَٱلطَّوْدِ ٱلْعَظِيمِ ﴿٣٦﴾
(64) Ötekileri de buraya yaklaştırdık.
وَأَزْلَفْنَا ثَمَّ ٱلْءَاخَرِينَ ﴿٤٦﴾
(65) Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk.
وَأَنجَيْنَا مُوسَىٰ وَمَن مَّعَهُۥٓ أَجْمَعِينَ ﴿٥٦﴾
(66) Sonra ötekileri suda boğduk.
ثُمَّ أَغْرَقْنَا ٱلْءَاخَرِينَ ﴿٦٦﴾
(67) Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةًۭ ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٧٦﴾
(68) Ve hiç şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿٨٦﴾
(69) Onlara İbrahim'in haberini de aktar-oku:
وَٱتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَٰهِيمَ ﴿٩٦﴾
(70) Hani, babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz?" demişti.
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِۦ مَا تَعْبُدُونَ ﴿۰٧﴾
(71) Demişlerdi ki: "Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz."
قَالُوا۟ نَعْبُدُ أَصْنَامًۭا فَنَظَلُّ لَهَا عَٰكِفِينَ ﴿١٧﴾
(72) Dedi ki: "Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?"
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْ تَدْعُونَ ﴿٢٧﴾
(73) "Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?"
أَوْ يَنفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ ﴿٣٧﴾
(74) "Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk."
قَالُوا۟ بَلْ وَجَدْنَآ ءَابَآءَنَا كَذَٰلِكَ يَفْعَلُونَ ﴿٤٧﴾
(75) (İbrahim) Dedi ki: "Şimdi, neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?"
قَالَ أَفَرَءَيْتُم مَّا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ ﴿٥٧﴾
(76) "Hem siz, hem de eski atalarınız?"
أَنتُمْ وَءَابَآؤُكُمُ ٱلْأَقْدَمُونَ ﴿٦٧﴾
(77) "İşte bunlar, gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca alemlerin Rabbi hariç"
فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّۭ لِّىٓ إِلَّا رَبَّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٧٧﴾
(78) "Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur;"
ٱلَّذِى خَلَقَنِى فَهُوَ يَهْدِينِ ﴿٨٧﴾
(79) "Bana yediren ve içiren O'dur;"
وَٱلَّذِى هُوَ يُطْعِمُنِى وَيَسْقِينِ ﴿٩٧﴾
(80) "Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur;"
وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ ﴿۰٨﴾
(81) "Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O'dur,"
وَٱلَّذِى يُمِيتُنِى ثُمَّ يُحْيِينِ ﴿١٨﴾
(82) "Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur;"
وَٱلَّذِىٓ أَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لِى خَطِيٓـَٔتِى يَوْمَ ٱلدِّينِ ﴿٢٨﴾
(83) "Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat;"
رَبِّ هَبْ لِى حُكْمًۭا وَأَلْحِقْنِى بِٱلصَّٰلِحِينَ ﴿٣٨﴾
(84) "Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisan-ı sıdk) ver."
وَٱجْعَل لِّى لِسَانَ صِدْقٍۢ فِى ٱلْءَاخِرِينَ ﴿٤٨﴾
(85) "Beni nimetlerle-donatılmış cennetin mirasçılarından kıl,"
وَٱجْعَلْنِى مِن وَرَثَةِ جَنَّةِ ٱلنَّعِيمِ ﴿٥٨﴾
(86) "Babamı da bağışla, çünkü o şaşırıp sapanlardandır."
وَٱغْفِرْ لِأَبِىٓ إِنَّهُۥ كَانَ مِنَ ٱلضَّآلِّينَ ﴿٦٨﴾
(87) "Ve beni (insanların) diriltilecekleri gün küçük düşürme,"
وَلَا تُخْزِنِى يَوْمَ يُبْعَثُونَ ﴿٧٨﴾
(88) 'Malın da, çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde."
يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌۭ وَلَا بَنُونَ ﴿٨٨﴾
(89) "Ancak Allah'a selim bir kalp ile gelenler başka."
إِلَّا مَنْ أَتَى ٱللَّهَ بِقَلْبٍۢ سَلِيمٍۢ ﴿٩٨﴾
(90) (O gün) Cennet takva sahiplerine yaklaştırılır.
وَأُزْلِفَتِ ٱلْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ ﴿۰٩﴾
(91) Cehennem de azgınlar için sergilenir.
وَبُرِّزَتِ ٱلْجَحِيمُ لِلْغَاوِينَ ﴿١٩﴾
(92) Ve onlara: "Tapmakta olduklarınız nerede?" denilir;
وَقِيلَ لَهُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ ﴿٢٩﴾
(93) "Allah'ın dışında olan (ilah)lar; size yardımları dokunuyor mu, veya kendilerine yardımları oluyor mu?
مِن دُونِ ٱللَّهِ هَلْ يَنصُرُونَكُمْ أَوْ يَنتَصِرُونَ ﴿٣٩﴾
(94) Artık onlar ve azgınlar onun içine dökülüverilmiştir.
فَكُبْكِبُوا۟ فِيهَا هُمْ وَٱلْغَاوُۥنَ ﴿٤٩﴾
(95) Ve İblis'in bütün orduları da.
وَجُنُودُ إِبْلِيسَ أَجْمَعُونَ ﴿٥٩﴾
(96) Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki:
قَالُوا۟ وَهُمْ فِيهَا يَخْتَصِمُونَ ﴿٦٩﴾
(97) "Andolsun Allah'a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz,"
تَٱللَّهِ إِن كُنَّا لَفِى ضَلَٰلٍۢ مُّبِينٍ ﴿٧٩﴾
(98) "Çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk.
إِذْ نُسَوِّيكُم بِرَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٨٩﴾
(99) "Bizi suçlu-günahkarlardan başka saptıran olmadı."
وَمَآ أَضَلَّنَآ إِلَّا ٱلْمُجْرِمُونَ ﴿٩٩﴾
(100) "Artık bizim için ne bir şefaatçi var,"
فَمَا لَنَا مِن شَٰفِعِينَ ﴿۰۰١﴾
(101) "Ne de candan-yakın bir dost."
وَلَا صَدِيقٍ حَمِيمٍۢ ﴿١۰١﴾
(102) "Bizim bir kere daha (dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da iman edenlerden olabilseydik."
فَلَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةًۭ فَنَكُونَ مِنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿٢۰١﴾
(103) Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةًۭ ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٣۰١﴾
(104) Ve şüphesiz senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿٤۰١﴾
(105) Nuh kavmi de gönderilen (peygamber)leri yalanladı.
كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ ٱلْمُرْسَلِينَ ﴿٥۰١﴾
(106) Hani onlara kardeşleri Nuh: "Sakınmaz mısınız?" demişti.
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ نُوحٌ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿٦۰١﴾
(107) "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim."
إِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌۭ ﴿٧۰١﴾
(108) "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin."
فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿٨۰١﴾
(109) "Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir."
وَمَآ أَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِىَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٩۰١﴾
(110) "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin.
فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿۰١١﴾
(111) Dediler ki: "Sana, sıradan aşağılık insanlar uymuşken inanır mıyız?"
۞ قَالُوٓا۟ أَنُؤْمِنُ لَكَ وَٱتَّبَعَكَ ٱلْأَرْذَلُونَ ﴿١١١﴾
(112) Dedi ki: "Onların yapmakta oldukları hakkında benim bilgim yoktur."
قَالَ وَمَا عِلْمِى بِمَا كَانُوا۟ يَعْمَلُونَ ﴿٢١١﴾
(113) "Onların hesabı yalnızca Rabbime aittir, eğer şuurundaysanız (anlarsınız.)"
إِنْ حِسَابُهُمْ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّى ۖ لَوْ تَشْعُرُونَ ﴿٣١١﴾
(114) "Ve ben mü'min olanları kovacak değilim."
وَمَآ أَنَا۠ بِطَارِدِ ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿٤١١﴾
(115) "Ben, yalnızca apaçık bir uyarıcıyım."
إِنْ أَنَا۠ إِلَّا نَذِيرٌۭ مُّبِينٌۭ ﴿٥١١﴾
(116) Dediler ki: "Eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten taşa tutulup kovulacaksın."
قَالُوا۟ لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَٰنُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ ٱلْمَرْجُومِينَ ﴿٦١١﴾
(117) Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz kavmim beni yalanladı."
قَالَ رَبِّ إِنَّ قَوْمِى كَذَّبُونِ ﴿٧١١﴾
(118) "Bundan böyle, benimle onların arasını açık bir hükümle ayır ve beni ve benimle birlikte olan mü'minleri kurtar."
فَٱفْتَحْ بَيْنِى وَبَيْنَهُمْ فَتْحًۭا وَنَجِّنِى وَمَن مَّعِىَ مِنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿٨١١﴾
(119) Bunun üzerine, onu ve onunla birlikte olanları (insan ve hayvanlarla) yüklü gemi içinde kurtardık.
فَأَنجَيْنَٰهُ وَمَن مَّعَهُۥ فِى ٱلْفُلْكِ ٱلْمَشْحُونِ ﴿٩١١﴾
(120) Sonra bunun ardından geride kalanları da suda-boğduk.
ثُمَّ أَغْرَقْنَا بَعْدُ ٱلْبَاقِينَ ﴿۰٢١﴾
(121) Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةًۭ ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿١٢١﴾
(122) Ve şüphesiz senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿٢٢١﴾
(123) Ad (kavmi) de gönderilen (elçi)leri yalanladı.
كَذَّبَتْ عَادٌ ٱلْمُرْسَلِينَ ﴿٣٢١﴾
(124) Hani onlara kardeşleri Hud: "Sakınmaz mısınız?" demişti.
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ هُودٌ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿٤٢١﴾
(125) "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim."
إِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌۭ ﴿٥٢١﴾
(126) "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin."
فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿٦٢١﴾
(127) "Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir."
وَمَآ أَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِىَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٧٢١﴾
(128) "Siz, her yüksekçe yere bir anıt inşa edip (yararsız bir şeyle) oyalanıp eğleniyor musunuz?"
أَتَبْنُونَ بِكُلِّ رِيعٍ ءَايَةًۭ تَعْبَثُونَ ﴿٨٢١﴾
(129) "Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz?"
وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَ ﴿٩٢١﴾
(130) "Tutup yakaladığınız zaman da zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?"
وَإِذَا بَطَشْتُم بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ ﴿۰٣١﴾
(131) "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin."
فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿١٣١﴾
(132) "Bildiğiniz şeylerle size yardım edenden korkup-sakının."
وَٱتَّقُوا۟ ٱلَّذِىٓ أَمَدَّكُم بِمَا تَعْلَمُونَ ﴿٢٣١﴾
(133) "Size hayvanlar, çocuklar (vererek) yardım etti."
أَمَدَّكُم بِأَنْعَٰمٍۢ وَبَنِينَ ﴿٣٣١﴾
(134) "Bahçeler ve pınarlar da."
وَجَنَّٰتٍۢ وَعُيُونٍ ﴿٤٣١﴾
(135) "Doğrusu, ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum."
إِنِّىٓ أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍۢ ﴿٥٣١﴾
(136) Dediler ki: "Bizim için fark etmez; öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan da."
قَالُوا۟ سَوَآءٌ عَلَيْنَآ أَوَعَظْتَ أَمْ لَمْ تَكُن مِّنَ ٱلْوَٰعِظِينَ ﴿٦٣١﴾
(137) "Bu, geçmiştekilerin 'geleneksel tutumundan başkası değildir."
إِنْ هَٰذَآ إِلَّا خُلُقُ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿٧٣١﴾
(138) "Ve biz azap görecek de değiliz."
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ ﴿٨٣١﴾
(139) Böylelikle onu yalanladılar, Biz de onları yıkıma uğrattık. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَٰهُمْ ۗ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةًۭ ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ﴿٩٣١﴾
(140) Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿۰٤١﴾
(141) Semud (kavmi) de, gönderilen (elçi)leri yalanladı.
كَذَّبَتْ ثَمُودُ ٱلْمُرْسَلِينَ ﴿١٤١﴾
(142) Hani onlara kardeşleri Salih: "Sakınmaz mısınız? demişti.
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ صَٰلِحٌ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿٢٤١﴾
(143) "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim."
إِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌۭ ﴿٣٤١﴾
(144) "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin."
فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿٤٤١﴾
(145) "Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum;
وَمَآ أَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِىَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٥٤١﴾
(146) "Siz burada güvenlik içinde mi bırakılacaksınız?"
أَتُتْرَكُونَ فِى مَا هَٰهُنَآ ءَامِنِينَ ﴿٦٤١﴾
(147) "Bahçelerin, pınarların içinde,"
فِى جَنَّٰتٍۢ وَعُيُونٍۢ ﴿٧٤١﴾
(148) "Ekinler ve yumuşak tomurcuklu göz alıcı hurmalıklar arasında?"
وَزُرُوعٍۢ وَنَخْلٍۢ طَلْعُهَا هَضِيمٌۭ ﴿٨٤١﴾
(149) "Dağlardan ustalıkla zevkli evler yontuyorsunuz."
وَتَنْحِتُونَ مِنَ ٱلْجِبَالِ بُيُوتًۭا فَٰرِهِينَ ﴿٩٤١﴾
(150) "Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin."
فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿۰٥١﴾
(151) "Ve ölçüsüzce davrananların emrine itaat etmeyin."
وَلَا تُطِيعُوٓا۟ أَمْرَ ٱلْمُسْرِفِينَ ﴿١٥١﴾
(152) "Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyor ve dirlik-düzenlik kurmuyorlar (ıslah etmiyorlar)."
ٱلَّذِينَ يُفْسِدُونَ فِى ٱلْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ ﴿٢٥١﴾
(153) Dediler ki: "Sen ancak büyülenmişlerdensin."
قَالُوٓا۟ إِنَّمَآ أَنتَ مِنَ ٱلْمُسَحَّرِينَ ﴿٣٥١﴾
(154) "Sen yalnızca bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin; eğer doğru sözlü isen, bu durumda bir ayet (mucize) getir-görelim."
مَآ أَنتَ إِلَّا بَشَرٌۭ مِّثْلُنَا فَأْتِ بِـَٔايَةٍ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ ﴿٤٥١﴾
(155) Dedi ki: "İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir."
قَالَ هَٰذِهِۦ نَاقَةٌۭ لَّهَا شِرْبٌۭ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍۢ مَّعْلُومٍۢ ﴿٥٥١﴾
(156) "Ona bir kötülükle dokunmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar.
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوٓءٍۢ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظِيمٍۢ ﴿٦٥١﴾
(157) "Sonunda onu (yine de) kestiler, ancak pişman oldular."
فَعَقَرُوهَا فَأَصْبَحُوا۟ نَٰدِمِينَ ﴿٧٥١﴾
(158) Böylece azap onları yakaladı. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
فَأَخَذَهُمُ ٱلْعَذَابُ ۗ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةًۭ ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ﴿٨٥١﴾
(159) Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿٩٥١﴾
(160) Lut (kavmi) de, gönderilen (elçi)leri yalanladı.
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ ٱلْمُرْسَلِينَ ﴿۰٦١﴾
(161) Hani onlara kardeşleri Lut: "Sakınmaz mısınız?" demişti.
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ لُوطٌ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿١٦١﴾
(162) "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim."
إِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌۭ ﴿٢٦١﴾
(163) "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin."
فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿٣٦١﴾
(164) "Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir."
وَمَآ أَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِىَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٤٦١﴾
(165) "Siz insanlardan (cinsel arzuyla) erkeklere mi gidiyorsunuz?
أَتَأْتُونَ ٱلذُّكْرَانَ مِنَ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٥٦١﴾
(166) "Rabbinizin sizler için yaratmış bulunduğu eşlerinizi bırakıyorsunuz. Hayır, siz sınırı çiğneyen bir kavimsiniz."
وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُم مِّنْ أَزْوَٰجِكُم ۚ بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ ﴿٦٦١﴾
(167) Dediler ki: "Ey Lut, eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten (burdan) sürülüp çıkarılanlardan olacaksın."
قَالُوا۟ لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَٰلُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ ٱلْمُخْرَجِينَ ﴿٧٦١﴾
(168) Dedi ki: "Gerçekten ben, sizin bu yaptığınıza öfke ile karşı olanlardanım."
قَالَ إِنِّى لِعَمَلِكُم مِّنَ ٱلْقَالِينَ ﴿٨٦١﴾
(169) "Rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar."
رَبِّ نَجِّنِى وَأَهْلِى مِمَّا يَعْمَلُونَ ﴿٩٦١﴾
(170) Bunun üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık.
فَنَجَّيْنَٰهُ وَأَهْلَهُۥٓ أَجْمَعِينَ ﴿۰٧١﴾
(171) Yalnızca geri kalanlar içinde bir kocakarı hariç.
إِلَّا عَجُوزًۭا فِى ٱلْغَٰبِرِينَ ﴿١٧١﴾
(172) Sonra geride kalanları yerle bir ettik.
ثُمَّ دَمَّرْنَا ٱلْءَاخَرِينَ ﴿٢٧١﴾
(173) Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık; uyarılıp-korkutulanların yağmuru ne kötü.
وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِم مَّطَرًۭا ۖ فَسَآءَ مَطَرُ ٱلْمُنذَرِينَ ﴿٣٧١﴾
(174) Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةًۭ ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٤٧١﴾
(175) Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır esirgeyendir.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿٥٧١﴾
(176) Eyke halkı da, gönderilen (peygamber)leri yalanladı.
كَذَّبَ أَصْحَٰبُ لْـَٔيْكَةِ ٱلْمُرْسَلِينَ ﴿٦٧١﴾
(177) Hani onlara Şuayb: "Sakınmaz mısınız?" demişti.
إِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿٧٧١﴾
(178) "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim."
إِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌۭ ﴿٨٧١﴾
(179) "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin."
فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ ﴿٩٧١﴾
(180) "Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir."
وَمَآ أَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِىَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿۰٨١﴾
(181) "Ölçüyü tam tutun ve eksiltenlerden olmayın."
۞ أَوْفُوا۟ ٱلْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا۟ مِنَ ٱلْمُخْسِرِينَ ﴿١٨١﴾
(182) "Dosdoğru olan terazi ile tartın."
وَزِنُوا۟ بِٱلْقِسْطَاسِ ٱلْمُسْتَقِيمِ ﴿٢٨١﴾
(183) "İnsanların eşyasını değerden düşürüp-eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın."
وَلَا تَبْخَسُوا۟ ٱلنَّاسَ أَشْيَآءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا۟ فِى ٱلْأَرْضِ مُفْسِدِينَ﴿٣٨١﴾
(184) "Sizi ve önceki yaratılmışları yaratandan sakının”.
وَٱتَّقُوا۟ ٱلَّذِى خَلَقَكُمْ وَٱلْجِبِلَّةَ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿٤٨١﴾
(185) Dediler ki: "Sen ancak büyülenmişlerdensin”.
قَالُوٓا۟ إِنَّمَآ أَنتَ مِنَ ٱلْمُسَحَّرِينَ ﴿٥٨١﴾
(186) "Sen, yalnızca benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin ve biz senin gerçekte yalancılardan olduğunu sanıyoruz."
وَمَآ أَنتَ إِلَّا بَشَرٌۭ مِّثْلُنَا وَإِن نَّظُنُّكَ لَمِنَ ٱلْكَٰذِبِينَ ﴿٦٨١﴾
(187) "Eğer doğru sözlü isen, bu durumda gökten üstümüze bir parça düşürüver."
فَأَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًۭا مِّنَ ٱلسَّمَآءِ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ ﴿٧٨١﴾
(188) Dedi ki: "Rabbim, yaptıklarınızı daha iyi bilir.
قَالَ رَبِّىٓ أَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿٨٨١﴾
(189) Sonunda onu yalanladılar, böylece onları o gölgelik-gününün azabı yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azabıydı.
فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ ٱلظُّلَّةِ ۚ إِنَّهُۥ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ ﴿٩٨١﴾
(190) Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةًۭ ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ ﴿۰٩١﴾
(191) Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ ﴿١٩١﴾
(192) Gerçekten o (Kur'an), alemlerin Rabbinin (bir) indirmesidir.
وَإِنَّهُۥ لَتَنزِيلُ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٢٩١﴾
(193) Onu Ruhu'l-emin indirdi.
نَزَلَ بِهِ ٱلرُّوحُ ٱلْأَمِينُ ﴿٣٩١﴾
(194) Uyarıcılardan olman için, senin kalbinin üzerine (indirmiştir).
عَلَىٰ قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ ٱلْمُنذِرِينَ ﴿٤٩١﴾
(195) Apaçık Arapça bir dille.
بِلِسَانٍ عَرَبِىٍّۢ مُّبِينٍۢ ﴿٥٩١﴾
(196) Ve hiç şüphesiz, o (Kur'an), geçmişlerin kitaplarında da vardır.
وَإِنَّهُۥ لَفِى زُبُرِ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿٦٩١﴾
(197) İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi onlar için bir delil (ayet) değil mi?
أَوَلَمْ يَكُن لَّهُمْ ءَايَةً أَن يَعْلَمَهُۥ عُلَمَٰٓؤُا۟ بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ ﴿٧٩١﴾
(198) Onu Arapça bilmeyen birine indirmiş olsaydık.
وَلَوْ نَزَّلْنَٰهُ عَلَىٰ بَعْضِ ٱلْأَعْجَمِينَ ﴿٨٩١﴾
(199) Böylece onlara okusaydı, yine ona iman edecek değillerdi.
فَقَرَأَهُۥ عَلَيْهِم مَّا كَانُوا۟ بِهِۦ مُؤْمِنِينَ ﴿٩٩١﴾
(200) Biz onu, suçlu-günahkarların kalbine işte böyle işlettik.
كَذَٰلِكَ سَلَكْنَٰهُ فِى قُلُوبِ ٱلْمُجْرِمِينَ ﴿۰۰٢﴾
(201) Onlar, o pek acı azabı görünceye kadar ona inanmazlar.
لَا يُؤْمِنُونَ بِهِۦ حَتَّىٰ يَرَوُا۟ ٱلْعَذَابَ ٱلْأَلِيمَ ﴿١۰٢﴾
(202) Artık o (azap), kendileri şuurunda olmadan onlara apansız gelecektir.
فَيَأْتِيَهُم بَغْتَةًۭ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿٢۰٢﴾
(203) Derler ki: "Bize bir süre tanınır mı?"
فَيَقُولُوا۟ هَلْ نَحْنُ مُنظَرُونَ ﴿٣۰٢﴾
(204) Onlar yine de azabımızı çabuklaştırmak mı istiyorlar?
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ ﴿٤۰٢﴾
(205) Gördün mü; Biz onları yıllarca yararlandırsak,
أَفَرَءَيْتَ إِن مَّتَّعْنَٰهُمْ سِنِينَ ﴿٥۰٢﴾
(206) Sonra kendilerine va'dolunan (azap günü) geliverse,
ثُمَّ جَآءَهُم مَّا كَانُوا۟ يُوعَدُونَ ﴿٦۰٢﴾
(207) Onların 'meta ile yararlandıkları' şey, kendilerini (görecekleri azaptan) bağımsız kılamaz.
مَآ أَغْنَىٰ عَنْهُم مَّا كَانُوا۟ يُمَتَّعُونَ ﴿٧۰٢﴾
(208) Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz.
وَمَآ أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ إِلَّا لَهَا مُنذِرُونَ ﴿٨۰٢﴾
(209) (Onlara) Hatırlatma (yapılmıştır); Biz zulmedici değiliz.
ذِكْرَىٰ وَمَا كُنَّا ظَٰلِمِينَ ﴿٩۰٢﴾
(210) Onu (Kur'an'ı) şeytanlar indirmemiştir.
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ ٱلشَّيَٰطِينُ ﴿۰١٢﴾
(211) Bu, onlara yaraşmaz ve güç de yetiremezler.
وَمَا يَنۢبَغِى لَهُمْ وَمَا يَسْتَطِيعُونَ ﴿١١٢﴾
(212) Çünkü onlar, (vahyedileni) işitmekten kesin olarak uzak tutulmuşlardır.
إِنَّهُمْ عَنِ ٱلسَّمْعِ لَمَعْزُولُونَ ﴿٢١٢﴾
(213) Allah ile beraber başka bir İlah'a yalvarıp-yakarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun.
فَلَا تَدْعُ مَعَ ٱللَّهِ إِلَٰهًا ءَاخَرَ فَتَكُونَ مِنَ ٱلْمُعَذَّبِينَ ﴿٣١٢﴾
(214) (Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyar.
وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ ٱلْأَقْرَبِينَ ﴿٤١٢﴾
(215) Ve mü'minlerden, sana tabi olanlara (koruyucu) kanatlarını ger.
وَٱخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ ٱتَّبَعَكَ مِنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ ﴿٥١٢﴾
(216) Eğer sana isyan edecek olurlarsa, artık de ki: "Gerçekten ben, sizin yaptıklarınızdan uzağım."
فَإِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ إِنِّى بَرِىٓءٌۭ مِّمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٦١٢﴾
(217) Sen, O güçlü ve üstün, esirgeyici olan (Allah')a tevekkül et.
وَتَوَكَّلْ عَلَى ٱلْعَزِيزِ ٱلرَّحِيمِ ﴿٧١٢﴾
(218) O, kıyam ettiğin zaman seni görüyor.
ٱلَّذِى يَرَىٰكَ حِينَ تَقُومُ ﴿٨١٢﴾
(219) Secde edenler arasında dönüp dolaşmanı da.
وَتَقَلُّبَكَ فِى ٱلسَّٰجِدِينَ ﴿٩١٢﴾
(220) Hiç şüphesiz, O, işitendir, bilendir.
إِنَّهُۥ هُوَ ٱلسَّمِيعُ ٱلْعَلِيمُ ﴿۰٢٢﴾
(221) Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi?
هَلْ أُنَبِّئُكُمْ عَلَىٰ مَن تَنَزَّلُ ٱلشَّيَٰطِينُ ﴿١٢٢﴾
(222) Onlar, 'gerçeği ters yüz eden,' günaha düşkün olan her yalancıya inerler.
تَنَزَّلُ عَلَىٰ كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍۢ ﴿٢٢٢﴾
(223) Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler.
يُلْقُونَ ٱلسَّمْعَ وَأَكْثَرُهُمْ كَٰذِبُونَ ﴿٣٢٢﴾
(224) Şairler ise; gerçekten onlara azgın-sapıklar uyar.
وَٱلشُّعَرَآءُ يَتَّبِعُهُمُ ٱلْغَاوُۥنَ ﴿٤٢٢﴾
(225) Görmedin mi; onlar, her bir vadide vehmedip duruyorlar,
أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِى كُلِّ وَادٍۢ يَهِيمُونَ ﴿٥٢٢﴾
(226) Ve gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylüyorlar.
وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ ﴿٦٢٢﴾
(227) Ancak iman edenler, salih amellerde bulunanlar ve Allah'ı çokça zikredenler ile zulme uğratıldıktan sonra zafer kazananlar (veya öclerini alanlar) başka. Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.
إِلَّا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ وَعَمِلُوا۟ ٱلصَّٰلِحَٰتِ وَذَكَرُوا۟ ٱللَّهَ كَثِيرًۭا وَٱنتَصَرُوا۟ مِنۢ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا۟ ۗ وَسَيَعْلَمُ ٱلَّذِينَ ظَلَمُوٓا۟ أَىَّ مُنقَلَبٍۢ يَنقَلِبُونَ﴿٧٢٢﴾

No comments:

Post a Comment