Sunday, January 25, 2009

83 Al-Mutaffifin

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla



(1) Eksik ölçüp tartanların vay haline,
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ 

وَيْلٌۭ لِّلْمُطَفِّفِينَ ﴿١﴾
(2) Ki onlar, insanlardan ölçerek aldıklarında noksansız alırlar.
ٱلَّذِينَ إِذَا ٱكْتَالُوا۟ عَلَى ٱلنَّاسِ يَسْتَوْفُونَ ﴿٢﴾
(3) Kendileri onlara ölçtüklerinde veya tarttıklarında eksiltirler.
وَإِذَا كَالُوهُمْ أَو وَّزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَ ﴿٣﴾
(4) Yoksa onlar, diriltileceklerini sanmıyor mu?
أَلَا يَظُنُّ أُو۟لَٰٓئِكَ أَنَّهُم مَّبْعُوثُونَ ﴿٤﴾
(5) Büyük bir günde.
لِيَوْمٍ عَظِيمٍۢ ﴿٥﴾
(6) İnsanların, alemlerin Rabbi için kalkacağı günde.
يَوْمَ يَقُومُ ٱلنَّاسُ لِرَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ ﴿٦﴾
(7) Hayır; facir olanların kitabı şüphesiz "Siccîn" dedir.
كَلَّآ إِنَّ كِتَٰبَ ٱلْفُجَّارِ لَفِى سِجِّينٍۢ ﴿٧﴾
(8) "Siccîn"in ne olduğunu sana öğreten nedir?
وَمَآ أَدْرَىٰكَ مَا سِجِّينٌۭ ﴿٨﴾
(9) Yazılı bir kitaptır.
كِتَٰبٌۭ مَّرْقُومٌۭ ﴿٩﴾
(10) O gün, yalanlayanların vay haline.
وَيْلٌۭ يَوْمَئِذٍۢ لِّلْمُكَذِّبِينَ ﴿۰١﴾
(11) Ki onlar, din gününü yalanlıyorlar.
ٱلَّذِينَ يُكَذِّبُونَ بِيَوْمِ ٱلدِّينِ ﴿١١﴾
(12) Oysa onu, 'sınır tanımaz, saldırgan', günahkar olandan başkası yalanlamaz.
وَمَا يُكَذِّبُ بِهِۦٓ إِلَّا كُلُّ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ ﴿٢١﴾
(13) Ona ayetlerimiz okunduğu zaman: "Geçmişlerin masallarıdır" dedi.
إِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِ ءَايَٰتُنَا قَالَ أَسَٰطِيرُ ٱلْأَوَّلِينَ ﴿٣١﴾
(14) Asla, hayır; onların kazandıkları, kalpleri üzerinde pas tutmuştur.
كَلَّا ۖ بَلْ ۜ رَانَ عَلَىٰ قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا۟ يَكْسِبُونَ ﴿٤١﴾
(15) Hayır; gerçekten onlar, Rablerinden perdelenerek-yoksun tutulmuşlardır.
كَلَّآ إِنَّهُمْ عَن رَّبِّهِمْ يَوْمَئِذٍۢ لَّمَحْجُوبُونَ ﴿٥١﴾
(16) Sonra onlar, kuşkusuz cehenneme yollanacaklardır.
ثُمَّ إِنَّهُمْ لَصَالُوا۟ ٱلْجَحِيمِ ﴿٦١﴾
(17) Sonra onlara: "İşte sizin yalanladığınız (şey) budur" denir.
ثُمَّ يُقَالُ هَٰذَا ٱلَّذِى كُنتُم بِهِۦ تُكَذِّبُونَ ﴿٧١﴾
(18) Hayır; ebrar olanların kitabı, "İlliyîn"dedir.
كَلَّآ إِنَّ كِتَٰبَ ٱلْأَبْرَارِ لَفِى عِلِّيِّينَ ﴿٨١﴾
(19) "İlliyîn"in ne olduğunu sana öğreten nedir?
وَمَآ أَدْرَىٰكَ مَا عِلِّيُّونَ ﴿٩١﴾
(20) Yazılı bir kitaptır.
كِتَٰبٌۭ مَّرْقُومٌۭ ﴿۰٢﴾
(21) Ona yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlar şahid olurlar.
يَشْهَدُهُ ٱلْمُقَرَّبُونَ ﴿١٢﴾
(22) Gerçek şu ki, ebrar olanlar, elbette nimetler içindedirler.
إِنَّ ٱلْأَبْرَارَ لَفِى نَعِيمٍ ﴿٢٢﴾
(23) Tahtlar üzerinde bakıp-seyretmektedirler.
عَلَى ٱلْأَرَآئِكِ يَنظُرُونَ ﴿٣٢﴾
(24) Nimetin parıltılı-sevincini sen onların yüzlerinde tanırsın.
تَعْرِفُ فِى وُجُوهِهِمْ نَضْرَةَ ٱلنَّعِيمِ ﴿٤٢﴾
(25) Onlara mühürlü, katıksız bir şaraptan içirilir.
يُسْقَوْنَ مِن رَّحِيقٍۢ مَّخْتُومٍ ﴿٥٢﴾
(26) Ki onun sonu misktir. Şu halde yarışmak isteyenler, bunun için yarışsınlar.
خِتَٰمُهُۥ مِسْكٌۭ ۚ وَفِى ذَٰلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ ٱلْمُتَنَٰفِسُونَ ﴿٦٢﴾
(27) Onun karışımı "tesnim"dendir.
وَمِزَاجُهُۥ مِن تَسْنِيمٍ ﴿٧٢﴾
(28) Bir kaynak ki, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlar ondan içer.
عَيْنًۭا يَشْرَبُ بِهَا ٱلْمُقَرَّبُونَ ﴿٨٢﴾
(29) Doğrusu, 'suç ve günah işleyenler,' kimi iman edenlere gülüp-geçerlerdi.
إِنَّ ٱلَّذِينَ أَجْرَمُوا۟ كَانُوا۟ مِنَ ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ يَضْحَكُونَ ﴿٩٢﴾
(30) Yanlarına vardıkları zaman, birbirlerine kaş-göz ederlerdi.
وَإِذَا مَرُّوا۟ بِهِمْ يَتَغَامَزُونَ ﴿۰٣﴾
(31) Kendi yakınlarına döndükleri zaman neşeyle dönerlerdi.
وَإِذَا ٱنقَلَبُوٓا۟ إِلَىٰٓ أَهْلِهِمُ ٱنقَلَبُوا۟ فَكِهِينَ ﴿١٣﴾
(32) Onları gördükleri zaman ise: "Bunlar elbette şaşkın-sapıklardır" derlerdi.
وَإِذَا رَأَوْهُمْ قَالُوٓا۟ إِنَّ هَٰٓؤُلَآءِ لَضَآلُّونَ ﴿٢٣﴾
(33) Oysa kendileri onların üzerine gözcü olarak gönderilmemişlerdi.
وَمَآ أُرْسِلُوا۟ عَلَيْهِمْ حَٰفِظِينَ ﴿٣٣﴾
(34) Artık bugün, iman edenler, kafir olanlara gülmektedirler.
فَٱلْيَوْمَ ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ مِنَ ٱلْكُفَّارِ يَضْحَكُونَ ﴿٤٣﴾
(35) Tahtlar üzerinde bakıp-seyretmek suretiyle.
عَلَى ٱلْأَرَآئِكِ يَنظُرُونَ ﴿٥٣﴾
(36) Nasıl, kafir olanlar, işlediklerinin 'feci karşılığını gördüler mi?'
هَلْ ثُوِّبَ ٱلْكُفَّارُ مَا كَانُوا۟ يَفْعَلُونَ ﴿٦٣﴾

No comments:

Post a Comment