Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla (1) Surat astı ve yüz çevirdi; | بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ عَبَسَ وَتَوَلَّىٰٓ ﴿١﴾ |
(2) Kendisine o kör geldi diye. | أَن جَآءَهُ ٱلْأَعْمَىٰ ﴿٢﴾ |
(3) Nerden biliyorsun; belki o, temizlenip-arınacak? | وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّهُۥ يَزَّكَّىٰٓ ﴿٣﴾ |
(4) Veya öğüt alacak; böylelikle bu öğüt kendisine yarar sağlayacak. | أَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنفَعَهُ ٱلذِّكْرَىٰٓ ﴿٤﴾ |
(5) Fakat kendini müstağni gören (hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını sanan) ise, | أَمَّا مَنِ ٱسْتَغْنَىٰ ﴿٥﴾ |
(6) İşte sen, onda 'yankı uyandırmaya’ çalışıyorsun. | فَأَنتَ لَهُۥ تَصَدَّىٰ ﴿٦﴾ |
(7) Oysa, onun temizlenip-arınmasından sana ne? | وَمَا عَلَيْكَ أَلَّا يَزَّكَّىٰ ﴿٧﴾ |
(8) Ama koşarak sana gelen ise, | وَأَمَّا مَن جَآءَكَ يَسْعَىٰ ﴿٨﴾ |
(9) Ki o, 'içi titreyerek korkar' bir durumdadır; | وَهُوَ يَخْشَىٰ ﴿٩﴾ |
(10) Sen ona aldırış etmeden oyalanıyorsun. | فَأَنتَ عَنْهُ تَلَهَّىٰ ﴿۰١﴾ |
(11) Hayır; çünkü o (Kur'an), bir öğüttür. | كَلَّآ إِنَّهَا تَذْكِرَةٌۭ ﴿١١﴾ |
(12) Artık dileyen, onu 'düşünüp-öğüt alsın.' | فَمَن شَآءَ ذَكَرَهُۥ ﴿٢١﴾ |
(13) O (Kur'an), 'şerefli-üstün' sahifelerdedir. | فِى صُحُفٍۢ مُّكَرَّمَةٍۢ ﴿٣١﴾ |
(14) Yüceltilmiş, tertemiz (mutahhar) kılınmış. | مَّرْفُوعَةٍۢ مُّطَهَّرَةٍۭ ﴿٤١﴾ |
(15) Katiplerin ellerinde. | بِأَيْدِى سَفَرَةٍۢ ﴿٥١﴾ |
(16) (Ki onlar,) Üstün değerli, 'iyilik ve dürüstlük sembolü.' | كِرَامٍۭ بَرَرَةٍۢ ﴿٦١﴾ |
(17) Kahrolası insan, ne kadar nankördür. | قُتِلَ ٱلْإِنسَٰنُ مَآ أَكْفَرَهُۥ ﴿٧١﴾ |
(18) (Allah) Onu hangi şeyden yarattı? | مِنْ أَىِّ شَىْءٍ خَلَقَهُۥ ﴿٨١﴾ |
(19) Bir damla sudan yarattı da onu 'bir ölçüyle biçime soktu.' | مِن نُّطْفَةٍ خَلَقَهُۥ فَقَدَّرَهُۥ ﴿٩١﴾ |
(20) Sonra ona yolu kolaylaştırdı. | ثُمَّ ٱلسَّبِيلَ يَسَّرَهُۥ ﴿۰٢﴾ |
(21) Sonra onu öldürdü, böylece kabre gömdürdü. | ثُمَّ أَمَاتَهُۥ فَأَقْبَرَهُۥ ﴿١٢﴾ |
(22) Sonra dilediği zaman onu diriltir. | ثُمَّ إِذَا شَآءَ أَنشَرَهُۥ ﴿٢٢﴾ |
(23) Hayır; ona (Allah'ın) emrettiğini yerine getirmedi. | كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَآ أَمَرَهُۥ ﴿٣٢﴾ |
(24) Bir de insan, yediğine bir bakıversin; | فَلْيَنظُرِ ٱلْإِنسَٰنُ إِلَىٰ طَعَامِهِۦٓ ﴿٤٢﴾ |
(25) Biz şüphesiz, suyu akıttıkça akıttık, | أَنَّا صَبَبْنَا ٱلْمَآءَ صَبًّۭا ﴿٥٢﴾ |
(26) Sonra yeri yardıkça yardık; | ثُمَّ شَقَقْنَا ٱلْأَرْضَ شَقًّۭا ﴿٦٢﴾ |
(27) Böylece onda taneler bitirdik, | فَأَنۢبَتْنَا فِيهَا حَبًّۭا ﴿٧٢﴾ |
(28) Üzümler, yoncalar, | وَعِنَبًۭا وَقَضْبًۭا ﴿٨٢﴾ |
(29) Zeytinler, hurmalar, | وَزَيْتُونًۭا وَنَخْلًۭا ﴿٩٢﴾ |
(30) Boyları birbiriyle yarışan ve içiçe girmiş ağaçlı bahçeler. | وَحَدَآئِقَ غُلْبًۭا ﴿۰٣﴾ |
(31) Meyveler ve otlaklıklar, | وَفَٰكِهَةًۭ وَأَبًّۭا ﴿١٣﴾ |
(32) Size ve hayvanlarınıza bir yarar (meta) olmak üzere. | مَّتَٰعًۭا لَّكُمْ وَلِأَنْعَٰمِكُمْ ﴿٢٣﴾ |
(33) Fakat 'kulakları patlatırcasına olan o gürleme' geldiği zaman, | فَإِذَا جَآءَتِ ٱلصَّآخَّةُ ﴿٣٣﴾ |
(34) Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar; | يَوْمَ يَفِرُّ ٱلْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ ﴿٤٣﴾ |
(35) Annesinden ve babasından, | وَأُمِّهِۦ وَأَبِيهِ ﴿٥٣﴾ |
(36) Eşinden ve çocuklarından, | وَصَٰحِبَتِهِۦ وَبَنِيهِ ﴿٦٣﴾ |
(37) O gün, onlardan her birisinin kendine yetecek bir işi vardır. | لِكُلِّ ٱمْرِئٍۢ مِّنْهُمْ يَوْمَئِذٍۢ شَأْنٌۭ يُغْنِيهِ ﴿٧٣﴾ |
(38) O gün, öyle yüzler vardır ki apaydınlıktır; | وُجُوهٌۭ يَوْمَئِذٍۢ مُّسْفِرَةٌۭ ﴿٨٣﴾ |
(39) Güler ve sevinç içindedir. | ضَاحِكَةٌۭ مُّسْتَبْشِرَةٌۭ ﴿٩٣﴾ |
(40) Ve o gün, öyle yüzler de vardır ki üzerini toz bürümüştür. | وَوُجُوهٌۭ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌۭ ﴿۰٤﴾ |
(41) Bir karartı sarıp-kaplamıştır. | تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌ ﴿١٤﴾ |
(42) İşte onlar da, kafir, facir olanlardır. | أُو۟لَٰٓئِكَ هُمُ ٱلْكَفَرَةُ ٱلْفَجَرَةُ ﴿٢٤﴾ |
Sunday, January 25, 2009
80 Abasa
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment